Yedi Tepenin Nadide Mücevheri: Süleymaniye Camii

Süleymaniye’de Bayram Sabahı

Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede

Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye`de

Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati

Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi

Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan

Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan..

Yahya Kemal Beyatlı

Kanuni Sultan Süleyman’ın heybeti ile Mimar Sinan’ın dehası birleşmiş Istanbul’umun yedi tepesinden en güzeline nadide bir mücevher konmuş. Mücevher derken benzetme değil, gerçek. Onun kubbesinde elmaslar saklı. Akustiğinde hala çözülmemiş sırlar var. Yüzyıllara meydan okumuş taşları, blokları, minareleri, avlularıyla başlıbaşına bir destan Süleymaniye Camii. 462 yıllık bir destan.

img_20200304_133129428022852210389524.jpg

İstanbul yarımadasının Haliç, Marmara, Topkapı Sarayı ve Boğaziçi’ni gören ortadaki en yüksek tepesinde Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle 1551-1557 arasında Mimar Sinan tarafından inşa edilen Süleymaniye, büyük usta Sinan’ın kalfalık devri eseri olarak geçer. Camii, medreseler, mektep, hamam, imaret ve dükkânlardan oluşan Süleymaniye Külliyesinin bir parçası. Klasik Osmanlı mimarisi, geçirdiği onca depreme karşın duvarlarında tek çizik olmamış. Temelinin sağlam oturması için üç yıl beklemiş Koca Sinan. Dört fil ayağı üzerinde muazzam bir kubbesi ve dört minaresi var. Kanuni’nin İstanbul’un fethinden sonraki dördüncü padişah olduğunun işareti. Mihrabın yaslandığı duvarlardaki vitrayların seyrine doyulmuyor.

img_20200304_1137235587739342616285404.jpg

Caminin yapım aşamasını kapsayan süre uzun. Türlü hikayeler var, hepsi ayrı güzel.

Bir gece Kanuni rüyasında Peygamber Efendimizi görmüş. İstanbul’un çeşitli yerlerini geziyorlarmış. Bir yerde duran Peygamber Efendimiz Kanuni’den büyük bir cami yapmasını istemiş. “Mihrabı burada, minberi burada olsun” demiş. Bu sırada Sultan uyanmış. Mimar Sinan‘ı çağırmış. Gördüğü rüyayı ve camiyi anlatmaya başlamış. Sinan ise söze girmiş; “Sultanım, hepsini biliyorum. Ben de bir adım gerinizdeydim” diye cevaplamış.

Böylece yedi tepeli Istanbul’un en güzel manzaralı tepesine kurulacak devasa eser için yedi düvele nam salmış ustalar yerin yedi kat dibinden çağırılmış.

img_20200304_1143441984878123207018291.jpg

Bu arada bir kitapta okudum, Süleymaniye’ye ‘gözyaşı semti’ denirmiş. Kocalarını oğullarını kaybeden saraylı kadınlar bu semte gönderilirmiş, ayrı bir hüzün yazısı yazılır bu konu üzerine. Saklayalım bir kenara.

img_20200304_132728_304846778047266549992.jpg

Sırada hikayelerin en güzeli var. Süleymaniye inşaatına başlanmış ama yapılması oldukça uzun sürmüş. Arada yıllarca duraklamış. Bunun sebebine baktım, ustanın zemin sağlamlık testi için beklemesi diyor kitaplar. Daha fazla tekniğini bilemem, mutlaka kaynaklar vardır ama benim işim daha çok hikayecilik. O yüzden devam ediyorum.

Sinan’ı çekemeyenler çokmuş. Habire onu sağa sola şikayet ederlermiş. Yıllarca inşaatın durması İran Şahının kulağına gitmiş. O da fırsatı kaçırmayım da şu cihan padişahını vesileyle bir küçümseyim demiş. Bir koca sandık mücevher hazırlatıp elçisine vermiş, Kanuni’ye yollamış. İçine de bir mektup koymuş.

‘Sayın Sultan, duydum ki kudretiniz muhteşem caminizi inşaya yetmemiş, şu gönderdiğim mücevherlerle tamamlayın da çorbada az biraz bizim de tuzumuz olsun’ yazıyormuş mektupta.

Tabi cümleler tam olarak böyle değildir ama bu ahvalde manası. Ben elçinin kafasını merak ettim. Duruyormuş sanırım, böyle bir kayda rastlamadım. Yani, benim bile okuyunca sefere çıkasım geldi, kanım doldu, koskoca cihan padişahı bu densizliğe delirmez mi, delirir.

Delirmiş Sultan. Tez çağırmış Sinan’ı, vermiş sandığı elçinin yanında, demiş ki ‘al bunları git inşaatının harcına kat’

Hikaye bu ya, Sinan o sıralar depreme dayanıklı özel bir harc yapıyormuş. Mücevherleri dövdürüp temele savuruvermiş. Elmasları ayırıp kubbelerden birine yerleştirmiş.

Ve işte böylece o kıymetli taşlar o gün bugündür günışığı ile parlar, etrafa ışıklar saçar derler.

Yüzyıllar boyu Istanbul’umun geçirdiği depremler düşünülürse Süleymaniye’mizin bir çatlağı olmamasının sırrı meğer harcın içindeki mücevherler miymiş? Bilinmez.

Hikayelere devam ediyorum.

Cami inşaatı yavaş gitmektedir. Sebebi belirsizdir. Yine bir gün fitneciler koşarak Sultana gitmiş Ustayı ihbar etmeye. Sinan Caminin ortasında oturmuş nargile içiyor demişler. Sultan öfkelenmiş, bu olacak şey mi, hemen kalkıp olay yerine intikal etmiş. Bir de ne görsün, Sinan gerçekten caminin ortasında oturmuş, aynı söylendiği gibi nargile fokurdatmakta. ‘Bu nasıl hal?’ demiş. Sinan ise tebessümle karşılamış Cihan Padişahını. Nargilenin tömbekisi yokmuş ki. Ustanın amacı fokurdayan su vasıtasıyla kubbenin akustiğini ölçmekmiş. Sırları hala saklı özel ses dolaşımını test etmekmiş.

Süleymaniye

Yüzyıllar boyu anlatılan hikayelerin başlıcaları bunlar. İlaveler yapmak, akışları konuşmaları kendimce değiştirmek isterim elbet. Ama hem büyük ustanın hem padişahımız efendimizin hışmından korkarım, yapamam. Kızarlar mızarlar, türbeleri ziyarete gidiyorum, ruhları gelir birşeyler fısıldar, aman Allah korusun.

Mimar Sinan Ustamızın dehasının önemli bir ispatı daha var. Cami yüzlerce kandille aydınlanmaktaymış zamanında. Kandillerden çıkan isin yapıya zarar vermemesi için özel bir ‘kandil odası’ tasarlamış. İsler bu özel odacıkta toplandıktan sonra değerlendirilerek mürekkep yapımında kullanılırmış.

Yahya Kemal’in müthiş şiirinden devam edersek,

En güzel mâbedi olsun diye en son dînin

Budur öz şekli hayâl ettiği mîmârînin

Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi

Seçmiş İstanbul’un ufkunda bu kudsî tepeyi

Taşımış harcını gâzîleri serdârıyle

Taşı yenmiş nice bin işçisi mîmâriyle.

dizeleriyle ruhaniyetini anlattığı milyon ton altınla inşa edilmiş Süleymaniye Külliyesi sadece ibadet için değil, eğitim, sağlık, sosyal yardım, çarşı gibi birçok kurum olarak hizmet verebilecek bir mini şehir kapasitesinde varlığını günümüze taşımış.

Sadeliğin ihtişamını her ziyaret edenin hissettiği Külliye üzerinde 11 kapı 1000 kubbe var. Kubbelerin üzerinden Istanbul manzarası fotoğrafı çekmek müthiş zevkli. zaten turistlerin yanısıra fotoğrafçılık öğrencileri de sürülerle buraya geliyor.

Külliyenin bünyesinde Büyük Usta Mimar Sinan, Kanuni Sultan Süleyman, Hürrem Sultan türbeleri de bulunuyor. Sinan hemen caminin az alt kısmında sokağın köşesinde minicik bir türbede yatıyor.

Hey Koca Sinan diyorum, sen onca eseri dik, yüzyıllara meydan oku, hala eşin benzerin çıkmasın, orada o ufacık yerde, girişi bile olmayan kafes pencerenin ardında, minicik alanda yat. Olacak şey değil. Hey tevazu, ah tevazu.

Sultan Süleyman’ın yanıbaşında ise kızı Mihrimah yatıyor. Güzelliği, gücü, zenginliği destan olmuş, Koca Sinan’ın büyük platonik aşkı, uğruna en güzel iki camii yaptığı, minarelerinden güneşle ayı hizaladığı Sultan. Dünyanın en ünlü ve büyük aşkının meyvesi, güneş ile ayı adında taşıyan Mihrimah.

Türbenin loş sadeliği içinde, babasının yanıbaşında, kısacık ufacık tabutunda yatıyor.

Sultan Süleyman’a kalmayan dünya, elbet ona da kalmıyor, bizlere de kalmayacak.

İnsanın içi cevabı belli sorularla doluyor, sessiz bir dinginlik iniyor.

Onca ihtişamdan geriye kalan bir nakışlı örtü altında iki metre tahta..

Hayat denen karmaşanın içinde unutup gittiğimiz özü anımsatıyor.

Bir süre için çok şey önemini yitiriyor. İdrak geliyor.

Dalgın dalgın yürüyerek uzaklaşıyoruz.

İşte bu şehir insana böyle yapıyor.

Dip Notlar:

Hata yapmaktan mümün olduğunca sakınmaya çalıştım. Çeşitli kitaplardan, kaynaklardan, internetten bilgi topladım. İlaveten göndereceğiniz bilgiler olursa her zaman memnuniyetle paylaşırım. Hatam olmuşsa şimdiden affola.

Yahya Kemal’imin ‘Süleymaniye’de Bayram Sabahı’ şiirinin tamamını yazmak isterdim ama oldukça uzun. Konuya gönül verenler bir okusunlar dilerim.

Bir sonraki yazım belki büyük ustanın gönlünü adadığı Mihrimah Sultan için yaptığı camiler ve sırları olabilir. Efsanelere merakı olanlar için.

Hani rivayete göre gece ile gündüzün eşitlendiği 20-22 Mart tarihlerinde Edirnekapı Camii’nin siluetinin arkasında güneş batarken Üsküdar’daki Caminin minareleri arasından ayın doğuşu görülürmüş ya,

Mihr (güneş) ile mah (ay)ın aynı anda görünmesinden dolayı Kanunî’nin kızına Mihrimah adı verilmiş ya,

Hani Sinan da ona olan aşkından güneşle ayı hizalamış ya..

Arkası Yarın

Mimar Sinan’ın Türbesi